Muteriz, bundan 5 sene önce ağırlıklı olarak ODTÜ öğrencilerinin çabalarıyla ortaya çıktı. ODTÜ Hayır Şenliği, TAMAM protestosu, KHK sürecinde, ‘“Hocama Dokunma’’ gibi eylemlere ve muhtelif etkinliklere katkı koymaya çalışan grubun ilk çalışması Sosyalist Emekçiler Partisi’nin seçim çalışması için ürettiği “Kızıl Güneş’’ şarkısı oldu. Şimdilik daha çok “cover”larla ilerleyen grup ile söyleştik.
- Muteriz Grubu nasıl kuruldu? Çalışmalarını nerede sürdürüyor?
Aslında çalışmalar İstanbul merkezli ilerlese de birçok şehirden müzisyen yoldaşımız ile bir araya geliyoruz. Müzik haricinde de bizi birleştiren çok fazla mücadele alanı var. Bu alanlarda bir araya gelmenin bir başka adımı olarak ortaya Muteriz çıktı. Hepimiz hayatımızın bir alanında müzikle tanıştık ve yollarımız mücadelede kesişti. Farklı şehirlerde yaşamanın birtakım zorlukları var elbette; belirli bir yerde süreklilik sağlayarak çalışma sürdüremiyoruz misal. Ancak teknolojinin ve yoldaşlık bağlarımızın da gücüyle bu sorunu aşmaya çalışıyoruz.
‘‘Devrimci müzik, toplumsal kurtuluşun ve eşitliğin nasıl sağlanabileceğine dair söz söyler’’
- Bugünün devrimci müzik gruplarının yaşı göz önünde bulundurulduğunda görece yeni bir müzik grubu diyebiliriz Muteriz’e. Yeni kurulan devrimci müzik grubu sayısı çok az. Elbette bunun nesnel sebepleri var. Fakat bu nesnelliği iradi olarak zorlayan grupların varlığı da bizi şu soruya götürüyor: Bugün yeni devrimci müzik gruplarının oluşması için nasıl bir yol izlenebilir?
Muhalif müzik dediğimizde emekçi ve ezilen kesimlerin meselelerini ve duygularını mevzu bahis eden, onları ortaklaştıran, toplumsal meselelere gözünü ve kulağını açmış metinler ve tavırlar içeren müziği anlıyoruz. Bu meseleleri dert eden ve kendini müzikle ifade etmeye hevesli olan her iradeyi muhalif müziğin içerisinde sayabiliriz aslında. Devrimci müziği muhalif müzikten ayıran şey ise onu bir adım öteye götürerek toplumsal kurtuluşun ve eşitliğin nasıl sağlanabileceğine dair söz söyleyen, şarkı sözlerindeki soyutlamaları sosyalist bir perspektife bürüyen bir mahiyette olmasıdır. Dolayısıyla devrimci müzik gruplarının daha çok örgütlü kesimler içerisinden çıkması da tesadüf değil.
Dediğiniz gibi nesnel koşullar (mücadelenin toplumsallaşma düzeyi, ekonomik güç vb.) özellikle son yıllarda devrimci müzik üretiminin önünü tıkamış vaziyette. Fakat bu engelleri aşma kapasitesine sahip olan güç de örgütlü bir hareketin bir parçası olmaktan ileri geliyor. Dolayısıyla örgütlü bir topluluk içerisinde, birlikte yeterli zaman da geçirilmişse sesler ve sözler yavaş yavaş bir ortaklığa doğru yol alıyor. Diğer yandan belirli bir örgütsel kimliğe sahip olmayan fakat devrimci müziğe önemli katkılar yapmış birçok isim de sayılabilir.
Tabii burada “muhalif” olan ile “devrimci” olan arasında yaptığımız kavramsal ayrımın, ilkini kötülemek ikincisini yüceltmek adına sekter bir yaklaşımla ele alınmasını doğru bulmuyoruz. Günün hâkim hegemonik kültürel ortamına karşı söz söyleyen; halkın sıkıntılarını, yaralarını, yasını, sevincini, kederini, coşkusunu, öfkesini referans alan ve bu meselelere (görünürde tek bir bireyi anlatsa bile) toplumsal bir perspektifle yaklaşan muhalif müziği de bizleri besleyecek kaynaklar olarak görüyoruz.
- Örgütlü bir müzik grubusunuz. Bir örgütün içerisinde Kültür Sanat yapma pratiği nasıl gerçekleşiyor? Örgütlü sanata dair geçmişten bugüne uzanan olumlu örnekler çok fazla söz konusu edilmiyor ama olumsuz örnekler üzerine yoğun bir öne çıkarma var. Siz bu örgütlü sanat faaliyetini nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Burada elbette tutturulması gereken bir denge bulunuyor. Biz örgütlü bir grup olarak, örneğin ‘‘Kızıl Güneş’’ eserimizde olduğu gibi, yeri geldiğinde örgütlü mücadelenin ihtiyaçlarına cevap verebilme kaygısını taşımak zorundayız. Eğer parti olarak bir seçim çalışması yapıyorsanız, kitlelere ulaşırken sanatın elverdiği imkânları kullanmak da bir gereklilik haline geliyor.
Diğer taraftan müzikal yaratıcılığı sadece politik, örgütsel ihtiyaçlarla sınırlandırmak gibi bir tavır içine düşmemek gerekiyor. Bu en başta sosyalist mücadelenin gereğine de aykırı bir tavır olur. Sanat en başta bir içtenlik de gerektiriyor. Siz devrimci sanat yapma adına, didaktizmin dozunu biraz kaçırdığınızda, ki bu içine sıkça düşülen bir hata; dinleyicinin hislerine, aklına hitap etme şansını kaçırırsınız. Öncelikli amaç dinleyiciyi eğitmek, onu eserinize giydirdiğiniz devrimci retorikle disipline etmek olmamalı. Sanat yapıyorsanız önce hislere, sonra akla hitap etmeniz gerekiyor. Bu sayede ilham kaynağı olabilirsiniz. Bu noktada biz gelecekte sosyalist toplumu inşa etme iddiasını taşıyan devrimciler olarak da, sanatı insan yaratıcılığının kapasitesini bu tarihsel görevin ihtiyaçları doğrultusunda genişletecek bir araç olarak anlamlandırmalıyız.
Olumsuz örneklerden bahsettiniz, bunları kıracaksak işe mevcut tekrarları kıran somut işlerle başlayabiliriz. Geçmişten bugüne hazır gelen politik müzik geleneği içerisinde çeşitlemeler yapmakla yetinmeden, ondan beslenerek onu ilerletmeye çalışan, entelektüel ve müzikal yaratıcılığın önüne politik bariyerler koymayan bir müzik anlayışını oturtmak… Bizim için yaptığımız müziğin anlamı biraz da burada yatıyor. Tabii ki bunu gerçekleştirmeye çalışırken içinde bulunduğumuz siyasetin bize bu noktada geniş bir özgürlük alanı bıraktığını da vurgulamalıyız.
- Şimdiye kadarki performanslarda “cover” şarkılardan oluşan bir repertuar ile hareket ettiniz. Elbette devrimci müzik içinde geçmişten bugüne çok önemli üretimler yapıldı. Bunları seslendirmek, belki yeni üretimler yapmak kadar önemli. Bir yandan da tabi içererek aşmanın bir ihtiyacı olarak yeni şarkılar üretmek de gerek. Sizde yeni üretimlere dair fikirler, denemeler var mı?
Elimizden geldiğince yeni denemelerin üzerinde durmaya çalışıyoruz. Ancak, grup üyelerimizin çoğunun başka işlerde çalışıyor olması ve ülke gündeminin yoğunluğu bizi zorlayan koşullar. Ülke gündemi diyoruz çünkü biz de tıpkı geçmişten bugüne var olan ve olmaya da devam eden birçok devrimci müzik grubu gibi mücadeleyi oldukça önemli bir yerde tutuyoruz. Yine de karalamaya ve çalmaya devam ediyoruz. Önümüzdeki yıllarda özgün üretimlerle devam edebilmeyi, kendi sözümüzü ve bakış açımız aktarabilmenin imkânlarını zorlamak istiyoruz.
‘‘Önümüzdeki dönemin toplumsal yükselişlerine eşlik edecek müzik ‘‘popüler’’ olandan etkilenmeksizin gelişemez’’
- Bu röportaj serisinde gruplara müzikaliteleri ile ilgili de sorular soruyoruz. Bu hem devrimci müziğin biçimine dair tartışmaları da geliştirecek bir işlev görecektir diye umuyoruz. Sizin deyiminizle yaptığınız “ilk profesyonel çalışma” olan “Kızıl Güneş’’ şarkısında söyleme biçimi, ezgileme, çalgı seçiminin ‘rock’ hali ile söz içeriğinin daha ‘‘geleneksel marş’’ hali (bunu bir olumsuzluk ya da muhafazakârlık olarak değil, bir müzik formunu tarif etmek için yazıyoruz) arasındaki ilişkinin karşıtlığını ve uyumunu nasıl ele alıyorsunuz?
Aslında dediğiniz gibi bu her zaman bir tartışma konusu olmuştur. Devrimci müziğin biçimi ve tavrı nasıl olmalı sorusu özellikle hâlâ muğlak. Ama bizce bunun mutlak bir formülü yok, yani aslında olmamalı da diye düşünüyoruz. Müziği icra eden sanatçıların bu toplumun bir parçası olduğunu ve toplumun sorunlarından azade olmadığını bilmek gerek. Bugün tel tel çürüyen bu düzenin sorunları ne kadar fazla ise, bu sorunları dile getirmenin de müzikal açıdan o kadar fazla alternatifi var. Bizim için de rock ya da başka denemeler bu alternatiflerden bir tanesi. Amacımız sadece protest olmakla sınırlı kalmayan aynı zamanda devrimci bir alternatif de sunan bir alan yaratmak olduğu için hem kitlelerin ortak duyusuna yerleşmiş tınıları, renkleri ve ezgileri hem de geçmişten bugüne var olan ve geleneksel diye tariflenebilecek marş vb. tarzları birbirine dışsal kabul etmeden üretimlerimizi yapıyoruz. Bu iki “farklı” tarzın birleşimi de yaratmak istediğimiz özgünlüğün bir ürünü olarak ortaya çıktı. Biçimsel yenilik arayışının yanı sıra metin olarak da yeni arayışlar gelişebilir/gelişmeli. Mozaik, Bandista, Praksis gibi örnekler biçimsel arayışlarının yanında şarkı sözlerinde de şimdiye kadar yapılmamış birtakım anlatım tarzlarını ortaya koydu. Elbette bir ölçüde değişen mücadele koşullarının da bu durumda bir etkisi vardır. Öte yandan yeni nesil sol-sosyalist müzisyenler de dönemlerinin müzikal anlatım tarzının içinde yetişiyorlar. Tüm bunların etkisi, önümüzdeki dönemin toplumsal yükselişlerine eşlik edecek bir müziğin “popüler” olandan etkilenmeksizin gelişemeyeceğini bize gösteriyor.
‘‘Müzikal üslup ve teknik, metinden belli bir özerkliğe sahip’’
- Bu rock üslupla ilgili biraz daha konuşmak önemli. Devrimci müziğin tür ve üslup anlamındaki çoğul yürüyüşünde rock da önemli bir yerde duruyor. Devrimci gruplar rock’ın nüvelerine sıkça başvuruyorlar ancak rock müzik içerisinde protest olmayı aşan devrimci bir tavır çok da büyük bir yer kaplayamıyor henüz. Siz müziğinizi tanımlarken, müzikal tercihlerinizden de hareketle bu “tür” meselesini nasıl ele alıyorsunuz?
Protest müzik toplumsal patlamanın objektif koşullarında veya o koşulların yoğunlaştığı dönemlerde her zaman vardır. Patlamanın en yoğun olduğu dönemlerde ise protest müzik de müzisyen de biçim de değişir çünkü üreten de ürün de o toplumun bir parçasıdır. Ve protest olmanın bir üst seviyesindedir artık. Protest olmayı aşması ve devrimci bir tavırla varlığını korumaya devam etmesi ise o yükselen mücadelenin bir parçası olduğunu bilerek devam edebilmesiyle mümkündür ki bu da örgütlü bir mücadele ile mümkün olabilir.
Geçmişten günümüze alternatif anlamda ve baskın muhalif tonlarla ortaya çıkmış türlerin ve onların en önemli temsilcilerinin piyasa mekanizması tarafından şu ya da bu şekilde içerilebildiğini gözlemleyebiliriz. Fakat bu türlerin günümüz müziğine katkıları, o önemli isimleri de aşan bir biçimde günümüz müziğine ve müzikal belleğimize yerleşmiş durumda. Müzikal üslubun ve tekniğin, metinden belli bir özerkliğe sahip olduğunu söylemek lazım. Bu anlamda müzikal olarak güçlü ve piyasaya mal olmuş formların da göz ardı edilmemesi, bu formlarla verimli bir ilişkiye girilebilmesi gerekir.
Önceki soruda da belirttiğimiz gibi devrimci müziğin tür-üslup bakımından akışkan olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle müziğimizin türünü tanımlamak çok mümkün değil. Çeşitli buluşmalarda, meydanlarda, sahnelerde seslendirdiğimiz “cover” şarkılar, farklı enstrümanları icra eden arkadaşlarımızın düzenlemeye yaptığı katkılarla da şekilleniyor. Elbette her bir müzisyen dostumuzun sahip olduğu ortak bir müzikal bellek var. Bunun dışında devrimci müzik tanımının dışında kalan müzik ile kurduğumuz farklı ilişkiler var. Tüm bunların sentezi ortaya eklektik biçimleri çıkarabiliyor. Bunun da verimli bir üretim süreci yarattığını düşünüyoruz. Örneğin yeni albüme hazırladığımız şarkının sözleri Köroğlu’ndan, müzikal olarak ise daha geleneksel bir forma sahip. Şarkılarımızın müzikal niteliği önceden belirlenmiş kalıplardan ziyade ortaya çıkan bestelere göre yolda şekilleniyor diyebiliriz.
‘‘Emekçi halkın kaderi ile kendi kaderini aynı gören müzisyenlerin kıymeti…’’
- 2023’ün Eylül ayında 15 devrimci müzik grubunun ortak albümü “Kavga” yayımlandı. Türkiye’deki devrimci müziğin seyrinde bu kadar grubun ortak hareket ettiği pek görülmüş bir şey değil. Siz bu çabayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Albümü nasıl buldunuz?
Dünyanın birçok ülkesinde çeşitli tarzlar ve anlatım biçimleriyle var olan bir protest müzik geleneği mevcut. Türkiye de devrimci geleneğin canlı olduğu bir coğrafya olması sebebiyle bağrından önemli müzisyenleri ve ezgileri çıkarmış, kitlelere moral olabilmiş ve devrimci söylem/duyguların hem dışavurumunu üstlenen hem de bu söylem/duyguları kuran bir müzik geleneğine işaret ediyor. Bu müzik geleneğinin etkisi kendini sol/sosyalist siyaset içinde görmeyen diğer kesimleri de etkileyebilmesi bakımından güçlü. Protest müzik her zaman çeşitli biçimlerde ve düzeylerde varlığını korumaya devam edecektir. Emekçi halkın kaderi ile kendi kaderini ortak gören ve çalgısını mücadelenin bir parçası olarak sahiplenen müzisyenlerin ve grupların varlığını ve dahası bu varlığı koruyan ve devam ettirenlerin bir aradalığını da oldukça kıymetli buluyoruz. Tahayyül ettiğimiz sanat anlayışının en büyük düşmanı olan piyasa koşullarının devrimci müziği de çevrelemesi ve hareket alanını kısıtlamasına karşı dayanışma ağlarını mümkün olduğunca güçlü tutmak yapılması gerekenlerin en başında geliyor.
- Yakın dönem planlarınız neler?
Elimizdeki fikirler üzerine yoğunlaşmak ve üretim süreçlerimizi sıklaştırmak önümüzdeki en gerçekçi hedef olarak görünüyor. Bunun yanında geçmişte olduğu gibi gelecekte de sokakta, alanda, sahnede emekçi halkın sesini yükseltmeye devam edeceğiz.
Röportaj: Helezonik Kreşendo
* Bu röportaj ilk olarak sosyalistgundem web sitesinde yayınlanmıştır.