Devrimci müzik grupları ile röportaj serimiz devam ediyor. Çeşitli devrimci mecralarda yayımlanan röportajlar yoluyla devrimci müziği devrimcilerin ve halkın gündeminde yeniden ısıtmak istiyoruz. Röportajlar ayrıca helezonikkresendo.com adresinde toplu şekilde duruyor, birikiyor. Sağolsun Birgün Gazetesi de bu söyleşiyi uygun bulup yayın akışında yer verdi. Bu söyleşide yine bir devrimci müzik grubu olan Yapıcılar ile örgütlü müzisyenlik, müzik emeği, dayanışma ve devrimci müzik üzerine söyleştik. Buyrun “Bizimkilerin’in Şarkısıyla” başlayalım.
İsmini Nazım Hikmet’in “Yapı ile Yapıcılar’’ şiirinden alan ekip, 2015 yılında İstanbul/Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde çalışmalarını sürdüren müzisyenlerin gayretiyle kuruldu.
Grubun şimdiye kadar yayımladığı albümler:
Sesime Gel (2018)
Hoş Geldin (2021)
Biri Hiçbiri Binlercesi (2022)
- Sanatçıların örgütlülüğü meselesi birkaç yönden konuşuluyor. Fakat baskın olan fikir örgütlü olmanın, sanatçıların yaratıcılığını kısıtladığı yönünde. Siz Sol Haber’de yayımlanan söyleşinizde bununla ilgili cevabınızı şöyle vermişsiniz: “Asıl bir örgütlülüğün dışına düşmek, özgürce müzik yapmayı engelliyor.’’ Bu örgütlülük meselesine buradan hareketle devam edebiliriz. Örgütlülük farklı biçim ve düzeylerde olabiliyor. Müzisyenlerin ayrı ayrı bir siyasi yapıda örgütlü olması, müzik grubunun kendisinin bir örgüt gibi hareket etmesi, müzik üretimlerinin örgütlenişindeki örgütlülük ilk aklımıza gelenler. Sizin örgütlü sanat, örgütlü sanatçı ile ifade ettiğiniz çizgi nedir?
Bugün sanat alanlarının tümünde üretim yapan sanatçıların büyük bir çoğunluğu için örgütlülük, bir örgütün o üretimler üzerinde belirleyici olması, o üretimleri domine etmesi ve hatta ipotek altına alması olarak görülür. Bu açıkçası çok kaba ve yanlış bir algı bize göre. “Örgüt”ü ortak bir amaç etrafında yan yana gelmiş insanlar bütünü olarak tanımlayabiliriz. Bir topluluğu örgüt yapan şey, amaç ve doğrultu ortaklığıdır ve bunun için bir planlama içinde hareket eder buradaki insanlar. Bizim bir amacımız var; birinin bir başkasını sömürmediği, eşit ve özgür bir ülkede yaşamak istiyoruz. Bu amaç ve doğrultu etrafında yan yana gelmiş insanlardan oluşuyor Yapıcılar ve bu eksenin de bizim üretimlerimizde belirleyici olması son derece doğal. Ancak bu alanda örgütlülük meselesine şu açıdan da bakmakta yarar var: İnsanlık tarihi, ileri ile gerinin, ezilen ile ezenin, sömürülen ile sömürenin arasındaki mücadeleyle; bir sınıf mücadelesiyle şekillendi. Bu mücadele içinde tarihin tekerleği zaman zaman ileriye zaman zaman da geriye doğru hareket etti ve sanat, her zaman bu mücadelenin bir arenası oldu. Bu mücadelede taraflar her zaman bir ağırlık oluştururlar ve bu ağırlık toplumsal yaşamın bütününü ve yönünü belirler, onu hareketlendirir veya geriye çeker; elbette sanatsal üretimi de belirleyen böylesi bir etkileşimdir. Öyle ki klasik Batı müziği [ve elbette bütün bir Avrupa sanatı] çok büyük ölçüde ilhamını İncil’den almıştır. Bunu çoğu zaman adanmış bir dinsel motivasyonla yapmamıştır; bu böyle gerçekleşmiş çünkü Orta Çağ’ı belirleyen temel dinamik kilise ve din olmuştur. Feodalizm henüz gelişmekteyken müzik de bu gelişimin bir parçası olarak şekillendi. Ancak düzen eskidikçe ve daha sert, muhafazakar sınırlar örmeye başladıkça ona karşı büyüyen toplumsal tepkiden gücünü alarak ileriye doğru hamleler yaptı. Kuşkusuz Bach, Haydn, Mozart, Beethoven gibi besteciler inanılmaz bir donanıma sahiptiler ancak bu bestecileri “büyük” yapan en önemli etkenlerden biri düzene karşı oluşan toplumsal muhalefetin oluşturduğu ağırlıktı. Köylü ayaklanmaları, Protestan Hareketi ve Aydınlanma düşüncesi ilham verdi bu bestecilere ve onlar da sırtlarını bu Aydınlanma düşüncesine, bu muhalefete yaslayarak eserlerini yarattılar. Tüm bunları hatırladıktan sonra bugüne geldiğimizde ise mevcut yaşantımız üzerinde piyasanın belirlediği büyük bir ağırlık olduğunu görürüz. Bir müzisyen, eğer belli bir doğrultusu, amacı ve düzene karşı bir konumlanışı yoksa, bu piyasaya teslim olmak durumunda kalıyor. Peki “iyi müzik yapmak” idealiyle yola çıkan bir müzisyenin, eğer hayatını idame edecek başka bir geliri yoksa, bugün bunu gerçekleştirme olasılığı var mı? Ya da gerçekleştirdi diyelim bunu tutarlı bir şekilde devam ettirme olanağı var mı? Hayır yok! Öyle ya da böyle bugün pek çok nitelikli müzisyen teslim olmak zorunda kalıyor piyasa koşullarına. Peki sanat üreticisinin özgürlüğünü kısıtlayan şey, yaşanası bir ülke ve dünyayı yaratmak, bundan taraf olmak ve bunun için mücadele etmek mi gerçekten! Bu noktada başta sorduğunuz soruda geçen önermeyi tekrar hatırlamakta yarar var, “örgütlülük, sanatçının özgürlüğünü kısıtlar” önermesini… Yapıcılar’ın bu önermeye yanıtı net: Kısıtlamaz! Bizi asıl kısıtlayan hatta tutsak eden, günden güne gericileşip piyasalaşan ve bunun doğal bir sonucu olarak da çürüyen bu düzende ve sanat alanında, akıntıda yelkensiz kalmış bir tekne misali dirençsiz olmaktır! Eşit, özgür bir ülke, bir dünya idealimiz var bizim. Böyle bir amaçla, böyle bir doğrultuyla üretiyor, bu amacın etrafında kenetleniyoruz. İfade ettiğimiz çizgi, böyle bir çizgi. Eksiklerimiz ise ancak azlığımızdandır. Bugünün dünyasında bundan daha geniş, daha özgür bir ufuk varsa, buyursunlar!
- Pandemi süreci aynı zamanda farklı denemelere de sahne oldu. Sizin sosyal medya hesabını karıştırırken 2020’de çocuklar için bir şarkı da yaptığınızı gördük. Sözlerinin bir kısmı şöyle:
“Dünyanın bir öyküsü var / Birileri saklar onu / Kimse bilmesin ister
Ama gerçek hepimizin / İnsan bildikçe hayal eder’’
Bu çocuk şarkıları çabası nasıl ortaya çıktı ve devamına dair fikir var mı?
Açıkçası çocuklar için şarkılar yazıp bestelemek sanırım bireysel olarak çoğumuzun kafasında var olan çalışmalardan biriydi bugüne kadar. Ancak bütünlük taşıyan bir proje olarak Yapıcılar’ın henüz gündemi olmadı bu konu. Yapıcılar içinde daha çok Cem’in böyle çalışmaları var. Bu parça da Cem’in, Tuluğ Ünlütürk’ün “En Gerçek Masal” adlı çocuk oyunu için bestelediği şarkılardan biriydi. Pandemi döneminde 23 Nisan için Cem’in bu şarkısını seslendirmiştik Yapıcılar olarak.
- Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan röportajınızda müziğinizin arayışını şöyle anlatmışsınız: “Her birimizin farklı müzikal geçmişleri, beğenileri ve ilgi alanları vardı. Dolayısıyla ‘nasıl bir müzik’ sorusuna verdiğimiz yanıtı ‘arayarak bulduk’ diyebiliriz; pek çok müzikal denemeyi ve deneyimi kapsıyor bugüne kadar uzanan süreç.’’ Bu “arayış” ya da belki “bulup bulup yitirmek” diye ifade edilebilecek devinim Yapıcılar’ın müzikal seyrinde nasıl karşılık buldu? Bugün müziğinizde yeterli görmediğiniz ve geliştirmeye/değiştirmeye çalıştığınız bir yön var mı?
Yapıcılar 2015 yılında kurulduğunda kafamızda daha çok “nasıl bir müzik yapmalıyız’’ sorusunun genel bir karşılığı vardı. Yani “nasıl bir müzik” sorusuna verdiğimiz yanıt netti fakat bu müziği nasıl yapacağımız, müzikal açıdan nasıl bir içerikle buluşturacağımız konusu yola çıktıktan sonra belirginleşti. Böylesi bir yanıt masa başında verilecek türden bir yanıt değil. Pek çok deneme yapmanız gerekiyor. Biz de öyle yaptık ve başlangıçta, var olan besteleri yeniden düzenleyerek başladık. Bu süreç aslında grubun kendi potansiyelini gördüğü bir süreçti. Bunun ardından çok geçmeden kendi bestelerimizi yaptık. Burada da sözler, büyük şairlerimizin şiirleriydi. Bunun yanında çevremizdeki dostlarımızın sözlerinden de besteler yaptık. 2019 yılında ise kapsamlı ve farklı sanat alanlarını da kapsayan bir atölye çalışmasına giriştik. Buradaki odağımız Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” oldu. Bu eseri Yönetmen Çağrı Kınıkoğlu ile birlikte yaklaşık yirmi oturumda çözümledik. Nâzım’ın eserini hem politik açıdan hem içerik açısından hem de estetik yönleriyle çözümledik. Bundan yola çıkarak da “bugünün insan manzaralarını, Nâzım’ın ufku ve yöntemiyle nasıl anlatabiliriz” sorusunu sorduk kendimize ve son albümümüz olan “Biri Hiçbiri Binlercesi”nin temeli böylece atılmış oldu. Bu albümde, merkezinde bir müzisyenin olduğu yaklaşık iki günü anlatan bir hikâyeyi 14 şarkılık bir tematik albüm formuna getirmeyi hedefledik. Başta müzisyen karakterimiz olmak üzere, bu karakterin bu iki gün içinde karşılaştığı diğer karakterleri, onlarla olan etkileşimini, bu süreç içinde kafasında oluşan kimi soruları albüme taşıdık. Bütün olarak bu çalışmanın bizi her açıdan geliştirdiğini düşünüyoruz ve genel olarak ortaya çıkan üretimden oldukça memnunuz. Ama elbette albümü bugün dinlediğimizde şarkılara dair pek çok farklı fikir oluşmaya devam ediyor zihnimizde.
- Flormar işçileriyle birlikte yaptığınız #direnişgüzelleştirir etiketli şarkı ve video-klip oldukça beğeni toplamıştı. Videoda müzik grubundaki kişiler, işçiler birlikte seslendiriyordu şarkıyı. Flormar Direnişini ölümsüzleştirme çabası gibi okuyoruz bunu. Benzer şekilde Gelenek Dergisi’nde ‘‘İkimiz’’ şarkısına dair Ulaş Özer imzasıyla yayımlanan uzun röportaj-yazı da çok önemli. Helezonik Kreşendo röportajlarının da amacı devrimci mücadelenin belleğini oluşturmak, güçlendirmek. Bu şarkılı veya yazılı şekilde tarihe not düşmelerin müzik-devrimci mücadele hattındaki önemine ve işlevine dair neler söylersiniz?
“Müzik tarihi” (ya da sanat tarihinin bütünü) ve “insanlık tarihi” birbirinden kopuk iki olgu değil, hatta ikisi tek ve aynı şey. Biz “müzik tarihi” dediğimizde, aslında tarihe baktığımız pencereyi tanımlıyoruz sadece. Her sanat eseri, yaşanan o tarihsel kesite öyle ya da böyle izini bırakıyor. Tarihin ileriye doğru atılan kimi dönemlerinde bu destansı bir anlatım, kimi gericilik dönemlerinde ise çürümenin belgesi oluyor. Üzerimize çöken ekonomik kriz, tüm hayatımızda çevremizi saran gericilik ve yoğun sömürü koşullarının her birimizi yalnızlaştırdığı böylesi bir dönemde, üretilen pek çok sanat eseri de bu boğucu atmosferin yörüngesi içinde böyle bir dönemin ruhunu yansıtıyor. Ancak tarihin, insanlık adına cesurca ileri atılanlar, cüret edenler tarafından ilerletildiğini unutmamak gerek! O yörüngeden çıkma iradesi aslında burada farklılaşan, öne çıkan şey. Flormar işçileri de o dönem haksız ve son derece çirkin şekilde işten çıkarılmışlardı. Bu işçiler, tüm bunlara karşı direndiler ve yaşadıkları haksızlığı her düzlemde dile getirmeye çalıştılar. Bu tepki, Flormar işçilerinin bireysel temelli bir tepkisi olarak kesinlikle görülemez. Onların göstermiş olduğu bu irade, gericiliğin, sömürünün, yalnızlaşmanın ve örgütsüzlüğün tavan yaptığı böylesi bir dönemde tüm insanlık adına gösterilmiş büyük bir cüret. Bu cüret işçi sınıfının tarihe düştüğü bir not aynı zamanda. Biz de müziğimizde, gösterilen bu iradeyi yüceltelim istedik. Bu, Flormar işçileriyle gösterilen dayanışmayı, desteği aşan bir amaç taşıyor. Bizim için “işçiler örgütlüyse güçlüdür ve kazanır” düşüncesinin öne çıkarılıp yüceltilmesiydi bu.
- Yapıcılar olarak, kendinizi ‘‘devrimci bir müzik grubu’’ olarak ifade ediyorsunuz. Hatta sanırız ki ‘‘komünist müzik grubu’’ nitelemesine daha yakınsınız. Sizce nedir Yapıcılar’ı devrimci-komünist bir müzik grubu yapan şey?
Evet, Yapıcılar olarak her zaman bunun altını çizdik ve bunun üzerinin örtülmesine izin vermedik. Yaşamın her alanında insanlar farklı şekillerde taraflaşır ve bu, insanların hayatında belirleyici bir rol oynar. Ne var ki tüm toplumsal yaşamımızı belirleyen tek bir taraflaşma var: Bu sömürü düzeni içindeki konumlanışımız…
“Kendinizi bu taraflaşmada nerede konumlandırıyorsunuz”, “Yaptıklarınız kimin işine yarıyor” gibi sorular sorulabiliyorsa ve bu sorulara “tarafsız olma” bir yanıtsa şunun gibi onlarca soru da sorulabilir: “Yaptığınız şeyler kimin işine yaramıyor?”
Bizim bu sorulara dair verdiğimiz yanıt da, taraflaşmadaki konumumuz da çok net. Yapıcılar’ı komünist müzisyenlerden oluşan bir grup yapan şey bu!
- Müzisyen emeği meselesi sizin söylemlerinizde belirgin şekilde önde. Hem sosyal medya gönderilerinizde hem müzik üretimlerinizde hem de röportajlarınızda bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Pandemi dönemindeki müzisyen örgütlenmelerinde aktif rol aldınız, Yunanistan’daki müzisyenlerin eylemine destek için şarkı söylediniz, devletin pandemi dönemi pratiklerini öven Aşkın Nur Yengi’ye karşı açıklama yayınladınız. Bu pratiklerin ışığında konuşursak, müzik emeğinin niteliği, durumu ve müzik emekçisinin diğer emekçilerle ortak ve farklı yanlarına dair biriktirdiklerinizi paylaşabilir misiniz?
Bu başlık, emek sömürüsü bakımından Türkiye’deki en karmaşık başlıklardan biri. Bunun bir boyutu müzik emekçilerinin, yukarıda da konuştuğumuz taraflaşmaya dair kendilerini net şekilde konumlandıramaması, bir diğer boyutu da bu sektördeki tanımsızlık ve bunun sonucu olarak yaşanan kuralsız sömürü ortamı. COVID-19 salgınındaki kapanma dönemi, tüm bu belirsizlik ve sorunları tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkardı. Hükümetin buradaki emekçileri hiçbir şekilde umursamaması bir yana, bir meslek kolu olarak bu alandaki tanımsızlık o kadar derindi ki “müzisyen/ müzik emekçisi kimdir” sorusuna bile sağlıklı yanıt verilemedi mevcut hukuki düzlemde. Bu açıdan bakıldığında müzik sektöründe bugün kuralsız bir sömürü hâlinin söz konusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta bu alanda çalışan emekçiler, bazı açılardan, genel bağlamda işçi sınıfının (bugüne kadar törpülenmiş/ büyük oranda yok edilmiş bile olsa) tarihsel hak ve kazanımlarının yüzlerce yıl uzağındalar diyebiliriz. Yapıcılar olarak, Salgın döneminde hem buradaki kimi güncel durumlara müdahale etmek hem de müzik emekçilerinin temel haklarını savunup güçlendirmeye yönelik atılan Birlik Sendikası Müzik Emekçileri Dayanışması gibi sendikal adımların da parçası olduk. Yurt dışındaki bazı eylemlere grup olarak destek verdik. Ancak gördük ki farklı ülkelerdeki müzik emeği örgütlülüğü örnekleri içinde Türkiye’deki durum içler acısı hâlde! Öyle bir tablo var ki karşınızda en basit ve açık bir tanımı bile yapmakta zorlanıyorsunuz hukuk düzleminde. Hâliyle bu durum, büyük bir sömürü ve istismarın da önünü açıyor.
- Olta Dayanışma ile ilgili söyleşinizde müzisyenler arası dayanışmanın önemini vurguluyorsunuz. Yakın zamanda devrimci müzik gruplarının oluşturduğu ‘‘SolMüzik’’in ortak albümü ‘‘Kavga’’ yayımlandı. Bu birlikteliği nasıl yorumluyorsunuz? Albümü nasıl buldunuz?
Olta Dayanışma da Covid19 salgınının müzik emekçilerini vurduğu dönemde ortaya çıktı ve bu çalışmada yer aldık. Sol Müzik Platformunu da hayata aynı pencereden bakan devrimci müzisyenlerin bir ortaklaşması ve dayanışması olarak görüyoruz. Yapıcılar olarak biz de bu bileşimin ikinci albümde yer alacak gruplardan biri olacağız. Bu platformu önemli ve anlamlı buluyoruz.
- Yapıcılar’ın önümüzdeki döneme dair planları nelerdir?
Özellikle geçtiğimiz birkaç senede her birimizin hayatında pek çok şey hayatında zorlaştı. Başta ekonomik koşullar olmak üzere bu zorlukların üretimlerimizi oldukça zorlaştırdığını söylemek zorundayız. Son albümümüzden daha önce söz etmiştik. Bu albüm, yine altını çizdiğimiz gibi farklı sanat disiplinlerinde üretim yapan dostlarımızla şekillendirdiğimiz bir çalışmaydı. Daha tasarım aşamasında bu albümü tamamlayacak/bütünsel anlamını daha ileriye taşıyacak “farklı sanatsal anlatımlarla ilişkilendirme” fikrimiz vardı. Bu fikir görsel sanatları, sinemayı ve tiyatroyu, bu albümde buluşturmayı amaçlayan bir yaklaşım. Bu açıdan bakıldığında ‘‘Biri Hiçbiri Binlercesi’’ albümünü, bahsettiğimiz türde bir çalışma olarak önümüzdeki süreçte tamamlamayı hedefliyoruz.
Söyleşi: Helezonik Kreşendo